Uyan...
Koynunda uyuduğun yabani fındık ağacının
büyüklü küçüklü dallarından sızıp göz kapaklarına düşen o canım güneş ışığı
için uyan... Kuşların usta birer sazende misali şakıdığı melodiler için, şırıl
şırıl akıp ova boyunca kıvrılan, masmavi suyuyla yöredeki envai çeşit mahlukata
can veren o ırmağın berrak sesi için... Binbir emekle yuvasına ulaşan salyangoz
için, gürbüz bir ağacın ücra kovuklarından birinde açlıktan ötüp duran
kırlangıç yavruları için, suyunu ürkek ürkek içip ova boyunca dört ayağı
üzerinde sekerek rahat bir kuytuluk arayan o çizgili, narin ceylan için...
Hepsini geçtim, seni doğanın koynunda bu ferah havasıyla canlandırıp hayatın o sonsuz tadını ruhuna zerk eden o güzelim Dağ için, dağımız için
uyan...
Dağ, dört yanı mahrem kuytuluklar ve sarp yamaçlarla
çevrili, üzerinde endemik kekik türlerinin, koyun kuzu kokusuna karışmış çiçek
kokularının; çobanların kavalından çıkan ve hayvanların boyunlarına gelişigüzel
asılan o kocaman çanların da ruh kattığı o sahir, sonsuz melodilerin bir
noktada buluştuğu, kimi yerleri insan ayağı değemeyecek kadar dik, kimi yerleri
ise çam tomruklarından büyücek bir ev dikecek kadar düz bir sevgi mabedidir
benim için... Yoksulken zengin hissettiğim; hastalık, sıkıntı nedir bilmediğim
lakin istediğim her zaman da gidemediğim bir sıladır orası; yabani fasulye
çalılıklarının arasında kalmış, ayak değmemiş bir çayırlığa boylu boyunca
uzanıp, gözlerimi kapatır ve sonsuza dek bu huzuru içime içime çektiğimi hayal
ederim orada. O an için dahi olsa sonsuzumdur, ömür çizgimde sahici bir mola
yerine varmışımdır çünkü, bu ruhani mabedim beni hayatın sıkıntılarından
saklamıştır, hiçbiri değilse de yaşamayı öğrenmişimdir artık; dertsiz, tasasız,
yalnızca ellerimde tuttuğum sevgimle yaşamayı... Geri kalan her şeyi
unutmuşumdur belki... Tek hatırladığım insan olmaktır belki; insan olup insan
kalmayı becerebilmek...
Peki bu huzur hiç yormaz mı adamı? Yorar
yormasına da, böyle yorgunluk dost başına, ey güzel... Bunca güzelliğin
bağrında, ölüm bile seni unutmuşken, sevgi dediğim o ölümsüz ruhun maske
takmaya ihtiyaç duymadan nefes alabildiği, sonsuzluğa uzanan bu huzurlu dağda,
Dağ'ımızda böyle yorulmak, böyle sevgiyle yorulmak ne güzel şeydir kim bilir...
Uzanırsın, burnuna çiçek kokuları dolar, yanı başından minik bir kirpi yavrusu
geçer, hafif hafif esen rüzgarda saçların yüzüne savrulur, gözlerini
kapatırsın, ayaklarındaki huzursuz karıncalanma ruhani bir hazza dönüşür;
susuzluğun gider, kurumuş dudakların sessizliğin o doyulmaz tadını alır,
sırtından bedenine yayılan ılık bir his tüm benliğini sarar, özgürce nefes
alırsın...
Gözlerini açtığında gökteki binlerce yıldız
sevgiyle selamlar seni, sen gülümsedikçe sayıları artar, hissettiğin huzurun
sonsuz bir tezahürü olarak kalbinde hudutsuz bir mutluluk duyarsın ve aylardan
Nisan'dır... Mutluluğun o eşsiz hazzı sana bir tutam da yağmur getirir peşi
sıra... Yüzüne düşen her bir yağmur damlasında dinginliği yakalarsın, hava
yavaş yavaş kararıp, vadide ışıkları birer ikişer yanan tek katlı dağ
evlerinden yükselen şen kahkaları duyduğunda da doğrulmak istersin ve yaparsın
bunu... Ayağa kalkıp oralara gitmek ve idare lambasının gölgesinde, çıtır çıtır
yanan ateşin karşısında bir bardak çay içip, güzel hikayeler dinlemek
istersin... Gidersin de, çünkü hayal edebildiğin her yer senindir...
Uyan ey güzel ! Uyan da gidelim o uçsuz, bucaksız diyarlara... Elimi tut, gülümse ve gidelim, bir daha geri dönmemecesine...
Uyan ey güzel ! Uyan da gidelim o uçsuz, bucaksız diyarlara... Elimi tut, gülümse ve gidelim, bir daha geri dönmemecesine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder