3 Şubat 2013 Pazar

Yol Hikayeleri : Dağ


Uyan... 
Koynunda uyuduğun yabani fındık ağacının büyüklü küçüklü dallarından sızıp göz kapaklarına düşen o canım güneş ışığı için uyan... Kuşların usta birer sazende misali şakıdığı melodiler için, şırıl şırıl akıp ova boyunca kıvrılan, masmavi suyuyla yöredeki envai çeşit mahlukata can veren o ırmağın berrak sesi için... Binbir emekle yuvasına ulaşan salyangoz için, gürbüz bir ağacın ücra kovuklarından birinde açlıktan ötüp duran kırlangıç yavruları için, suyunu ürkek ürkek içip ova boyunca dört ayağı üzerinde sekerek rahat bir kuytuluk arayan o çizgili, narin ceylan için... Hepsini geçtim, seni doğanın koynunda bu ferah havasıyla canlandırıp hayatın o sonsuz tadını ruhuna zerk eden o güzelim Dağ için, dağımız için uyan...
Dağ, dört yanı mahrem kuytuluklar ve sarp yamaçlarla çevrili, üzerinde endemik kekik türlerinin, koyun kuzu kokusuna karışmış çiçek kokularının; çobanların kavalından çıkan ve hayvanların boyunlarına gelişigüzel asılan o kocaman çanların da ruh kattığı o sahir, sonsuz melodilerin bir noktada buluştuğu, kimi yerleri insan ayağı değemeyecek kadar dik, kimi yerleri ise çam tomruklarından büyücek bir ev dikecek kadar düz bir sevgi mabedidir benim için... Yoksulken zengin hissettiğim; hastalık, sıkıntı nedir bilmediğim lakin istediğim her zaman da gidemediğim bir sıladır orası; yabani fasulye çalılıklarının arasında kalmış, ayak değmemiş bir çayırlığa boylu boyunca uzanıp, gözlerimi kapatır ve sonsuza dek bu huzuru içime içime çektiğimi hayal ederim orada. O an için dahi olsa sonsuzumdur, ömür çizgimde sahici bir mola yerine varmışımdır çünkü, bu ruhani mabedim beni hayatın sıkıntılarından saklamıştır, hiçbiri değilse de yaşamayı öğrenmişimdir artık; dertsiz, tasasız, yalnızca ellerimde tuttuğum sevgimle yaşamayı... Geri kalan her şeyi unutmuşumdur belki... Tek hatırladığım insan olmaktır belki; insan olup insan kalmayı becerebilmek...
Peki bu huzur hiç yormaz mı adamı? Yorar yormasına da, böyle yorgunluk dost başına, ey güzel... Bunca güzelliğin bağrında, ölüm bile seni unutmuşken, sevgi dediğim o ölümsüz ruhun maske takmaya ihtiyaç duymadan nefes alabildiği, sonsuzluğa uzanan bu huzurlu dağda, Dağ'ımızda böyle yorulmak, böyle sevgiyle yorulmak ne güzel şeydir kim bilir... Uzanırsın, burnuna çiçek kokuları dolar, yanı başından minik bir kirpi yavrusu geçer, hafif hafif esen rüzgarda saçların yüzüne savrulur, gözlerini kapatırsın, ayaklarındaki huzursuz karıncalanma ruhani bir hazza dönüşür; susuzluğun gider, kurumuş dudakların sessizliğin o doyulmaz tadını alır, sırtından bedenine yayılan ılık bir his tüm benliğini sarar, özgürce nefes alırsın...

Gözlerini açtığında gökteki binlerce yıldız sevgiyle selamlar seni, sen gülümsedikçe sayıları artar, hissettiğin huzurun sonsuz bir tezahürü olarak kalbinde hudutsuz bir mutluluk duyarsın ve aylardan Nisan'dır... Mutluluğun o eşsiz hazzı sana bir tutam da yağmur getirir peşi sıra... Yüzüne düşen her bir yağmur damlasında dinginliği yakalarsın, hava yavaş yavaş kararıp, vadide ışıkları birer ikişer yanan tek katlı dağ evlerinden yükselen şen kahkaları duyduğunda da doğrulmak istersin ve yaparsın bunu... Ayağa kalkıp oralara gitmek ve idare lambasının gölgesinde, çıtır çıtır yanan ateşin karşısında bir bardak çay içip, güzel hikayeler dinlemek istersin... Gidersin de, çünkü hayal edebildiğin her yer senindir...  

Uyan ey güzel ! Uyan da gidelim o uçsuz, bucaksız diyarlara... Elimi tut, gülümse ve gidelim, bir daha geri dönmemecesine...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder